100. Yıl Marşı’nın müjdesini, geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı’nın programına konuk olan Fazıl Say’dan almış, çok heyecanlanmıştım. Hele de işin içinde İzmir’in enerjisi ve motivasyonu yüksek Belediye Başkanı Tunç Soyer’in olduğunu öğrenince heyecanım kat be kat artmıştı.
Merakla bekliyordum Marş’ı.
Ve o gün geldi, 23 Nisan’da ilk kez dinledik.
Fazıl Say’ın ve Tunç Soyer’in yüreğine sağlık ama…
Müzisyen değilim, müzik konusundaki bilgim yok denecek kadar az; o nedenle beste konusunda bir şey söylemek haddim değil. Bu konuyu müzisyenler konuşacaktır mutlaka. Ancak mutluluk, coşku, heyecan, motivasyon konularında bir şeyler söylemek isterim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı için ne yazık ki çok zayıf bir marş olmuş.
Hayal kırıklığına uğradım diyebilirim.
Belki de… Fazıl Say gibi uluslararası bir müzik adamımız söz konusu olunca beklentimi çok yukarıda tutmuş da olabilirim.
Bilemiyorum.
- Yıl Marşı ve hatta tüm dönem, kurum vb marşlarının, sadece güzel sözler ve besteler olduğunu düşünmüyorum.
Bu marşları aslında başlı başına bir “ürün” olarak görmek gerek.
O dönemi/kurumu iyi ve doğru anlatan, amacı, hedef kitlesi olan bir “ürün”.
Bu ürünün planlamasının doğru yapılması gerekiyor.
Planlama yapılırken, ürünün yapısı, hedef kitle, hedef kitlede oluşturması gereken duygu hâli, yaratacağı farkındalık gibi özellikler tek tek dikkate alınmalı diye düşünüyorum.
Hâliyle tüm bunlar için de, yetkin, nitelikli ve güçlü bir ekip oluşturmak gerekiyor.
Sosyal bilimcisi, siyasetçisi, stratejik planlamacısı, markacısı, pazarlamacısı, reklamcısı vs vs…
Marşın sözleri de bestesi de bu ekibin hazırlayacağı bir brief doğrultusunda seçilmeli, sipariş edilmeli ve ortaya çıkan eser yine bu ekip tarafından değerlendirilmeli.
Kim yaparsa yapsın, ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar çok para, zaman ve emek harcanırsa harcansın, hedef kitlesini harekete geçirmeyen, yapım amacına ulaşmayan her ürün başarısızdır.
… diye düşünüyorum.