Kanarya

Kapıyı çalmadı Ahmet Bey. Anahtarını çıkardı, kilide soktu, sessizce çevirdi… Ayaklarının ucuna basarak girdi içeri. Elindeki kesekâğıdını arkasına sakladı ve bağırdı evin içine:

“Ben geldiiiim!…”

Hatice Hanım kocasını karşısında görünce şaşırdı. Oturduğu sedirden aceleyle kalktı, Ahmet Bey’in yanına gitti, “Hoş geldin bey” dedi şaşkın ama mutlu bir ses tonuyla.

Yere serili yatakta yan yana yatan çocuklar seslere uyandılar, babalarını gördüler ve fırladılar yataktan, “Babam gelmiiiiş!..” diye bağırarak… Bir anda evin içi hareketlendi. Hatice Hanım çocuklara bağırdı, “Yatın yatağınıza! Gece yarısı bağırıp durmayın. Mahalleli de bir şey var sanacak!..”

Ahmet Bey odanın ortasında hiç kımıldamadan öylece duruyor, arkasına sakladığı kesekâğıdının fark edilmesini bekliyordu. Fark edildi de… Çocuklar babalarını arkasına dolanıverdiler bir anda ve çığlık çığlığa bağırarak sordular, “Baba ne var o kâğıt torbanın içinde!.. Baba ne var o kâğıt torbanın içinde!.. Göster bize, göster bize!..”

Hatice Hanım kocasına baktı, kaş göz hareketi ile sordu, “Nedir o?” diye.

Ahmet Bey arkasına sakladığı kesekâğıdını çıkardı meydana, gösterdi. Ağzı kıvrılarak kapatılmış, üzeri irili ufaklı delinmiş kesekâğıdına merakla baktı çocuklar. Hatice Hanım “Hayırdır inşallah,” der gibi bakıyordu. Kesekâğıdının içinden tıkır tıkır sesler ve geliyor, bu tıkırtılara zaman zaman “Cik cik” sesleri karışıyordu.

Hatice Hanım anlamıştı. Sert bir ses tonu ile sordu: “Ne o?!.. Kuş mu aldın yoksa?!..”

“Kanarya” dedi Ahmet Bey, “Akşam arkadaşlarla yemeğe gittik Kazancılar’a. Orada bir çocuk satıyordu. Yazık. Paraya ihtiyacı varmış. Satmak zorunda kalmış kuşunu. Ben de sevaptır deyip aldım.”

“İyi halt ettin!..” diye bağırdı Hatice Hanım, “Bir kuşumuz eksikti!..”

Çocuklar babalarının etrafında dönüp duruyor, kuşu görmek istiyorlardı. Ahmet Bey ise kesekâğıdını havaya kaldırmış, “Durun lan, durun!.. Kaçacak şimdi!..” diyerek odanın içinde koşuşturuyordu.

“Yaklaştırma lan gözünü o kadar!.. Kekecek gözünü, kör olacan Allah muhafaza!…”

Bu hengâme Hatice Hanım’ı iyice çileden çıkardı. “Allah seni bildiği gibi yapsın!..” diye bağırdı kocasına ve mutfağa gitti. Karısı gider gitmez kesekâğıdını aşağı indirdi Ahmet Bey, çocukları yanına çağırdı, kesekâğıdının ağzını gevşetti, biraz araladı… “Gelin lan!. Gelin bakın, nasıl tatlı bir kuş.” Çocuklar toplandılar kesekâğıdını başına, babalarının araladığı delikten içeriyi görmeye çalışıyorlardı.

“Yaklaştırma lan gözünü o kadar!.. Kekecek gözünü, kör olacan Allah muhafaza!…”

“Biraz daha aç baba yaaa!.. Göremedik kiii!..”

“Yeter bu kadar. Hadi şimdi yatın da ananızdan fırça yemeyek gene gece vakti!..”

“Gene bakalım!.. Gene bakalım… Bir kere daha bakalım baba yaaa!..”

“Yatın dedim lan!.. Hadi. Herkes yatağa!..”

Çocuklar üzgün, somurtuk, küskün girdiler yatağa. Hatice Hanım odanın kapısında elinde bir tepsi ile göründü, “Hadi çıkar üstünü, otur da şuraya. Kahve yaptım. İç.” dedi. Tepsiyi sedirin üzerine bıraktı. Kesekâğıdını kocasının elinden aldı, torbanın ağzını aralayıp içine baktı. Yüzü güldü, gözleri ışıldadı… O asık suratlı Hatice Hanım bir anda gitmişti. “Çok şirin bir kuş bu Ahmet!..” dedi fısıltıyla… “Bakar mısın şuna… Nasıl masum, nasıl ürkek. Canııım!..”

Ahmet Bey üzerini çıkarıp pijamalarını giymişti. Oturdu sedire, bir sigara yaktı, kahvesinden bir yudum aldı, karısına döndü, “Sevdin mi?” dedi.

Hatice Hanım’ın yüzündeki gülümseme birden gitti, suratı tekrar asıldı, “Ne gereği vardı şimdi bunun? N’apacaz şimdi biz bunu ki? Kafesimiz bile yok!..” dedi kocasına bakmadan.

“Çocuğun halini görseydin,” dedi, “Nasıl sefil, gariban bir çocuktu. Acıdım valla!..”

“Abooov!..” dedi Ahmet Bey. “Hee laaan!.. Kafes almayı unuttum ha!.. Gerçi gece yarısı kafesi nereden bulacaktım ki?!..”

“N’apacaz bunu Ahmet? Bu kâğıt torbada mı kalacak bu hayvan tüm gece?!.. Sabaha çıkmaz ölür valla!..”

Ahmet Bey, “Yahu otur hele. İç şu kahveni. Buluruz bir hal çaresi nasıl olsa…” dedi sükûnetini hiç bozmadan. Sigarasından bir nefes çekti, kahvesinden bir yudum daha aldı höpürdeterek… “Çocuğun halini görseydin,” dedi, “Nasıl sefil, gariban bir çocuktu. Acıdım valla!..”

“Yaaaa… Yaaaa… Bilmem mi? Aha şuradaki oyuncak ayıyı satan adam da garibandı!.. Şu çalar saati satan kadıncağız da fakirdi!.. Şu yapma çiçekleri satan kızın da durumu kötüydü!… O geyik heykelini aldığın adam da açlıktan ölüyordu değil mi?.. Eeee?.. Sen milyarder misin be adam!.. Hilal-i Ahmer Cemiyeti başkanı mısın sen?!..”

Ahmet Bey karısının söylenmelerini dinlemiyordu bile. “Hatice,” dedi, “Bu kuşun adını Boncuk koyalım. Giden sene belediyenin zehirlediği köpeğimiz vardı ya… Onun adını… Bu kanarya öttükçe onu hatırlarız.”

“Benim akıllı karım…” dedi Ahmet Bey oturduğu yerden, “Kimin karısı!.. Her şeye şipşak çözüm bulur benim karım. Akıllıdır akıllı!..”

Hatice Hanım lahavle çekip, kalktı sedirden, “Tut şunu kör olası!..” dedi, kesekağıdını kocasına verdi. Sedirin altından plastik bir sele çıkardı. Ters çevirip, içindeki çamaşırları döktü sedirin üzerine. Odanın boş bir tarafına, yere eski bir gazete serdi, seleyi de üzerine ters çevirip kapadı. Döndü, kocasının yanına geldi, kesekâğıdını aldı… Elini dikkatlice soktu torbadan içeri, kanaryayı yakaladı… Baktı, gülümsedi, “Canııım.. Korktun mu? Korkma. Teyzen seni korur bir tanem benim.” dedi. Kuşu, ters çevirdiği selenin altına bıraktı. Çamaşır selesi bir kafes oluvermişti.

“Benim akıllı karım…” dedi Ahmet Bey oturduğu yerden, “Kimin karısı!.. Her şeye şipşak çözüm bulur benim karım. Akıllıdır akıllı!..”

Hatice Hanım geldi, sedire oturdu. Kocasının sigarasından bir tane aldı, yaktı, derin bir nefes çekti… Yaslandı geriye, “Niye böyle yapıyorsun?” dedi. “Her önüne çıkıp, fakirim, muhtacım diyene para dağıtıyorsun? Sen çok mu zenginsin? Bak… Büyük oğlanın ayakkabısının altı delinmiş. Ayakkabı almak gerek. Küçüğün montu iyice eskidi artık. Çocukla alay ediyormuş arkadaşları. Utanıyor. Önce kendi çocuklarını, evini düşünsene!..”

Odada uzun bir sessizlik oldu. Karı koca, ikisi de konuşmuyordu. Hatice Hanım uzandı, kocasıyla arasındaki tepsiyi aldı, yere koydu. Yaklaştı, kocasının elini tuttu. “Çok iyi niyetlisin be Ahmet” dedi. “Çok safsın. Temizsin. Senin bu iyi niyetini kullanıyorlar anlamıyor musun?”

Ahmet Bey sigarasından bir nefes çekti… Ayağa kalktı, çamaşır selesinin altına kapatılan kanaryanın yanına gitti. Diz çöktü, kanarya ile konuşmaya başladı:

“Senin baban çok mu salakmış benim minik kuşum? Babanı kandırırlar mıymış senin?.. Olsun. Salak olsun senin baban. Kandırsınlar. Baban yarın sana güzel bir kafes alacak. Sürekli ötecek minik kuşum benim kafesinde. Sabahları bülbül gibi şakıyarak uyandıracak babasını…”

Hatice Hanım kocasına baktı… Gülümsedi… Kalktı, yanına gitti, elini omzuna attı Ahmet Bey’in, “Çocuksun sen bey” dedi. “Çocuksun sen, çocuk… Hiç büyümeyeceksin.”

Ahmet Bey karısına, “N’apayım… Elimden ne gelir ki?” der gibi baktı, “Kalk” dedi, “Geç oldu. Yatalım. Yarın işe gideceğim.”

* Fotoğraf: İnternetten