Kısa vadeli hedeflerden kaçınmak, padişahın sevgili atı ve Hoca Nasrettin

Masal bu ya… Bir zamanlar… Ülkenin birinde… Develer tellal, pireler berber iken…

Padişahın çok sevdiği bir atı varmış. O kadar çok severmiş ki, “Ah,” dermiş, “Bu at bir de konuşsa, benimle kim bilir nasıl güzel hasbihal eder, ne harika zaman geçirirdim.”

Padişahın bu dertlenmelerini duyan yalaka veziri, “Sultanım,” demiş, “Tellal çıkaralım, zatı-ı şahanenizin atını konuşturacak birini arayalım. Konuşturursa iyi bir mükâfat vadedelim…”

“Eee?..” demiş padişah, “Peki konuşturamazsa n’olacak?..”

“Ne var ki sultanım,” demiş vezir, “Neticede hepsi sizin kulunuz… Yolunuza kurban olurlar… Vururuz kafasını gider.”

Padişahın hoşuna gitmiş bu fikir, “Tamam,” demiş, “Çıkar tellalı, duyursun fermanımı.”

Tellal çıkmış, bağırmaya başlamış:

“Sultanımız, sevgili atını konuşturana 500 altın mükâfat verecektir. Sultanımızın atını konuşturacak olanlar, CV’lerini sarayın İK departmanına gönderip randevu ala!..”

500 altınlık mükâfatı duyanlar arzuhalcilerin önünde kuyruk olmuş, birkaç gün geçmeden saraya CV yağmaya başlamış.

Lakin atı konuşturma işi bir türlü olmuyor, adayların kelleleri üçer beşer gidiyormuş.

Hoca, “Sözleşme kolay,” demiş, “Ancak benim de şartlarım var…

Hoca Nasrettin’in züğürt zamanları… Kredi borçları birikmiş, elektrik doğalgaz falan kesilmiş; yılların anlı şanlı Hoca Nasrettin’i askıda ekmeğe, semt pazarı dağıldıktan sonra yerlerde kalan sebze meyveye talim eder olmuş.

Bir gün kahvede otururken,  “Ben de CV’mi göndereceğim saraya,” demiş, “Yetti gari!”

Arkadaşları, “Yapma Hoca,” demişler, “At konuşur mu hiç? Varını yoğunu bankalara, tefecilere kaptırdın; tamam da… En azından kellen yerinde. Onu da cellata mı vermek istersin?..”

Hoca, “Hayır,” demiş, “Merak etmeyin. O iş bende. Sıkıntı yok.”

CV’yi göndermiş saraya… Birkaç gün sonra sarayın İK’sından cevap gelmiş, “Mülakat için bekleniyorsunuz…” diye.

Hoca iki dirhem bir çekirdek giyinip saraya gitmiş.

Mülakata sarayın İK direktörü ve asistanları katılmış… İK direktörü sormuş, Hoca yanıtlamış; Hoca yanıtlamış, asistanlar not almış…

Mülakatın sonunda İK direktörü, “Tamam,” demiş, “Sultanımızın atını size teslim edeceğiz ama konuşturamazsanız kellenizin gideceğini kabul ettiğinizi belirten şu sözleşmeyi imzalamanız gerekiyor.”

Hoca, “Sözleşme kolay,” demiş, “Ancak benim de şartlarım var. Bu şartları da sözleşmeye yazın, hemen imzalayıp çalışmalara başlayayım.”

Hoca şartlarını söylemiş:

  1. Atı bana teslim edeceksiniz, çalışmaları benim evimin ahırında yapacağım.
  2. Atın iaşe, bakım, sağlık masrafları ve sorumluluğu saraya ait olacak.
  3. Mükâfatın yüzde ellisini peşin alırım, bakiyeyi de at konuşunca ödersiniz. Eğer atı konuşturamazsam, hem kellemi hem de aldığım peşinatı size öderim.
  4. Atı konuşturmak için de üç yıl süre isterim.

İK direktörü, “Ben bu konuda tek başıma karar veremem,” demiş, “Vezir hazretlerine sormam lazım.”

“Tamam,” demiş Hoca, “Ben buradayım. Cevabınız evetse, atı ve mükâfatın yarısını alır gider, üç yılın sonunda atı konuşturur getiririm. Hayır derseniz de sıkıntı yok, padişahımız çok yaşasın; Allah devlete zeval vermesin.”

Kahvedekiler, “Bu Hoca harbiden kafayı yemiş,” diyerek, üzgün nazarlarla bakmışlar Hoca’ya…

İK direktörü salondan çıkmış, vezirin yanına gidip durumu anlatmış. Vezir, “Bak lan sen Hoca’ya!..” demiş, “Çok iddialı konuşmuş. Var bir bildiği demek. Tamam lan. Verin altınları. Sözleşmeyi de imzalatıp gönderin.”

Hoca atı ve altınları alıp ayrılmış saraydan; evine gelmiş. Atı ahıra bağlamış, üstünü değiştirip kahveye gitmiş, “Herkese benden çay!.. İsteyen latte de içebilir, kapiçino da… İşi aldım.” diye bağırmış neşe içinde.

Kahvedekiler, “Bu Hoca harbiden kafayı yemiş,” diyerek, üzgün nazarlarla bakmışlar Hoca’ya ama beleş çaya, latteye, kapiçinoya yumulmaktan da geri durmamışlar.

Hoca Nasrettin durur mu…

Kahvedekilerin en yaş almış ve Hoca’nın da kankisi olan ırgatlıktan tekaüt birey Mehmet Emmi, “Yahu Nasrettin,” demiş, “Manyak mısın olum sen? Nasıl konuşturacaksın sen bu atı ki?.. Tamam paranın yarısını aldın ama kelleyi verdin lan?!..”

Hoca lattesinden bir yudum almış, sakalını sıvazlayıp, “Kafanı yorma Memedim,” demiş, “Ben her şeyi düşündüm.”

Hoca sonra, kahvenin dışına çağırmış Memet Emmi’yi ve konuşmaya başlamışlar.

“Milletin içinde illa sövdürecen kendine!.. Düşündüm diyorum işte. Bunun nesini anlamıyon AMK!..”

“Neyi düşündün olum?!.. At konuşur mu hiç?!..”

“Kafanı yorma dedim ya olum!.. Var bir bildiğimiz…”

“E varsa bir bildiğin, söyle ben de bileyim AMK!.”

“Bak olum… Ben bunlardan üç yıl süre istedim. Yarın çalışmaya başlıyorum. Önümde koskoca üç yıl var. Yaşım gelmiş 75’e… Üç yıl bitene kadar ya ben ölürüm, ya at ölür, ya da padişah ölür.”

Memet Emmi bıyık altından gülmüş, “Lan Nasretiiiinnn,” demiş, “Sen de az çakal değilsin haaa!..”

Hoca Nasrettin durur mu, yapıştırmış cevabı:

“Ne zannetin davşan!.. Biz kaçın kurasıyız olum!..”

NOT: Yarın ne olacağı belli olmayan, Allah’a emanet yaşanan dönemlerde, kısa vadeli hedeflerden uzak durmanın ve uzun vadeli hedefler belirlemenin önemini anlatmak için, bu hikâyenin Avrupa ve Amerika üniversitelerinin kişisel gelişim, yönetim ve siyaset bilimleri derslerinin verildiği bölümlerinde yıllarca örnek vaka olarak anlatıldığı rivayet edilir.