İlk Macintosh’tan Yapay Zekâya…

70’li, 80’li yıllardan bugüne nostaljik ve bol fırtınalı bir yolculuk…

2015 yılında gösterime giren, yönetmenliğini Oscar’lı yönetmen Danny Boyle’un yaptığı ve başrollerini Michael Fassbender ile Kate Winslet’in oynadığı “Steve Jobs” filmindeki bir sahneyi hatırlatarak başlayayım yazıya.

Yazımın görseli olarak da o sahneden aldığım ekran görüntüsünü seçtim.

Bu sahnede Jobs’un küçük kızı Lisa, Mac’te bir şeyler çiziyor ve bu çizdikleriyle babasının zihninde şimşekler çaktırıyordu.

Çünkü o tarihe kadar, bilgisayarları sadece işletim sistemlerini, programlama dilleri ya da bazı paket programları bilenler kullanabilirken, Mac’i Jobs’un minicik kızı kullanabilmişti.

Apple minicik çocukların bile kullanabileceği mucize bir bilgisayar yapmıştı.

Bu küçük hatırlatmanın ardından yazıma başlayabilirim.

* * *

Rapido kalemler, bilgisayarlar, ReadySetGo, Photoshop ve şimdi de yapay zekâ…

80’li yılların ortalarına ya da sonlarına kadar, reklam sektöründeki grafikerler ve tasarımcılar rapido kalemi bilirdi; köşe şablonunu, gönyeyi, cetveli bilirdi; Habico fırçaları, guaj boyayı, ekulini (Ecoline), Letraset’i, kretuarı bilirdi. Bunları bilmeyen ve kullanamayan ne grafiker ne de tasarımcı olabilirdi.

 “Kullanmak” derken; grafikerim, tasarımcıyım diyen birinin, öncelikle tasarım bilgisi, yeteneği, görgüsü, deneyimi olacak, sonra da o aletleri kullanmayı bilecekti.

Ve… 80’li yılların ikinci yarısında “delikli demir çıktı mertlik bozuldu”.

Apple’ın Macintosh bilgisayarları reklamcılık sektöründe bir devrim yarattı, grafikerliği ve tasarımcılığı (!) “halka indirdi”.

Artık grafik işleri yapabilmek için rapidoyu, cetveli, şablonu, fırçayı kullanmayı iyi bilmeye gerek yoktu! Mucize alet Macintosh hepsini çok güzel bir şekilde hallediyordu.

Mac’iniz ve Ready Set Go gibi programlarınız varsa her şeyi yapabiliyordunuz.

İlkokul terk tabelacı çırakları bile Mac’i şakır şukur kullanabiliyor, birçok işi yapabiliyordu!

Photoshop sahaya iniyor…

Çok sürmedi, birkaç yıl sonra bir de Photoshop denen mucize programın arzı endam eylemesiyle çarşı iyiden iyiye karıştı!

Evinde ya da iş yerinde bilgisayarı olan, bu programları kullanan herkes kendini grafiker ve tasarımcı sanmaya başlamıştı.

Sanmak ne kelime! Onlar grafikerdi, tasarımcıydı, reklamcıydı artık! Çünkü onlar ve onların yaptıkları işler için de yeni bir pazar açılmıştı; artık o yeni nesil grafikerlerin de müşterileri vardı.

Arz talep kuralı işliyordu.

Eskinin top sakallı, saçı atkuyruklu, kaşkollü, afili gözlüklü, Gitanes içen pipo tüttüren cool grafikerlerinin pabucu dama mı atılıyordu yoksa?

İşte o yeni nesil grafikerler, yeni nesil grafikerlerin yeni müşterileri, “yeğeni bütün bilgisayar programlarını harika kullanan” dayılar ve amcalar öyle sandı ama hiç de öyle olmadı!

Bilgisayarlar ve bilgisayarlarda yüklü olan programlar, yetenekli, eğitimli, bilgili grafikerlerin ve tasarımcıların omuzlarındaki gereksiz yükleri aldı öncelikle; sonra onların yeteneklerini sergileyecekleri uçsuz bucaksız bir alan açtı önlerine.

Bizim dayıların amcaların ortaokul öğrencisi yeğenleri tüm bilgisayar programlarını harika kullanıyordu, yeni nesil grafikerler her işi tıkır tıkır yapıyordu ama ne yaparlarsa yapsınlar o yetenekli, eğitimli, deneyimli tasarımcıların yaptıklarını yapamıyorlardı.

Apple’ın Mac’leri, PC’ler, Photoshop gibi programlar müthiş bir grafik ve grafiker enflasyonu yaratmıştı ancak enflasyon ne kadar yüksek olursa olsun “yere düşmekle cevher sakıt olmuyordu kadr ü kıymetten”.

Ve “altının değerini sarraf biliyordu”.

Denizler çok iyi dalgalandı ama zamanla duruldu ve herkes olması gerektiği yeri buldu, yerleşti.

Artık herkes kendi işini kendi bilgi ve yeteneği, eğitimi ölçüsünde kendi müşterisine yapıyor, hayat “alan memnun satan memnun” dünyasında kendi hâlinde akıp gidiyordu.

Fakat evrenin düzeni “Maksimum düzensizlik — Minimum enerji” kuralı üzerine kuruluydu. Yani denizleri yeniden dalgalandıracak bir fırtına yaklaşıyordu.

Pandora’nın kutusu açılıyor!

O fırtınanın ilk güçlü rüzgârları internet teknolojileri ile geldi ve Pandora’nın kutusunu açtı.

İnternet sayesinde her türlü bilgiye erişim kolaylaştı ve “Hazreti Google”un da icadıyla herkes aradığı bilgiyi anında bulabilecek duruma geldi.

Sonra akıllı telefonlar girdi hayatımıza ve hemen ardından sosyal medya geldi.

Birçok insan için artık bilgiye ulaşma çabasına da gerek yoktu. Çünkü sosyal medya sayesinde bilgi onlara kendiliğinden geliyor, onlar da doğru ya da yanlış demeden her bilgiye balıklama atlıyordu.

Eskiden sadece kitap ve dergi okuyan, elinin altında ansiklopediler olan, kütüphaneyi kendine mekân edinen insanlar birçok konuda bilgi sahibi olabilirken, şimdi herkes her konuda bilgi sahibiydi.

Bilgi bombardımanı hiç durmuyor, her gün, her saat, aralık vermeden akıllı telefonlara, tabletlere, bilgisayarlara bilgi akıyordu!

İnsanlar artık her şeyi bildikleri için, her konuda yorum yapma, fikir yürütme cesaretini de kazanmışlardı.

Varoş bir mahallenin ara sokaklarındaki kahvede gün boyu çay-sigara içip vakit tüketen bir adam, Nobel ödüllü bir bilim insanına “O iş öyle değil hoca!” diyerek ayar verebiliyordu.

Merhaba yapay zekâ!

Ve… 2000’li yılların ilk çeyreğini bitirmeye yaklaşırken bir teknolojik fırtına daha koptu; “YAPAY ZEK” ile tanıştık.

Hepimiz, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedik.

Gerçekten de yapay zekâ ile birlikte başlayan bu yeni dönemde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ama bazı şeyler de şekil değiştirerek eskisi gibi devam ediyor ne yazık ki!

Mesela, bilgisayarına ya da telefonuna bir yapay zekâ uygulaması yükleyen herkes, her şeyi yapabileceğini sanmakla kalmıyor, her şeyi çok iyi yaptığına ciddi ciddi inanıyor da!

Bu insanlar, yapılan kaliteli işleri ve bu işleri yapanları “Yapay zekâ ile yapıyor” deyip, küçümseme, hafife alma ve sıradanlaştırma gayreti içine giriyor. (“Madem yapay zekâ ile yapılabiliyor, yapay zekâ orada duruyor, sen de yapsana!” demek geliyor insanın içinden ama insanlar çoğunlukla “Neyse” deyip geçiyor, işine gücüne bakıyor.)

Macintosh’un, Photoshop’un ilk çıktığı zamanlarda bazı insanların grafiker ve tasarımcı olduğunu sanması gibi, yapay zekâ uygulamalarını kullanan bazı insanlar da kendini yazar, şair, grafiker, ressam, illüstratör, programcı, müzisyen vs sanmaya başladı galiba.

Yapay zekâ da kendi pazarını oluşturuyor

Her şeyi yapmaya kadir olan yapay zekâ da kendi pazarını oluşturuyor şimdi.

Bu yeni pazarda, bitli bakla ve kör müşterisi de var, altın arayan ve bulunca değerini bilen sarraf da var.

Bu pazarın kalitesini üreticilerin ve ürünlerin kalitesi kadar, müşteriler yani bitli baklayı alan kör alıcılar ile altının değerini bilen sarraflar da belirleyecek galiba.

Ne dersiniz?

.