“Tava beni çağırıyor!”

Birkaç yıl önceydi… Vakit öğlen gibiydi… Sanırım İskenderun’dan dönüyordum… Ceyhan’ı yeni geçmiştim, telefonum çaldı; arayan Murat Tanır’dı. Açtım telefonu, “Abi n’apıyorsun?” diye söze girdi… İskenderun’dan döndüğümü, Adana’ya doğru yolda olduğumu söyledim. “Tamam o zaman” dedi, “Kürkçüler kavşağını geçince sağda Çamaltı Restoran var… Tava söyledik… Biz de oraya geçiyoruz şimdi. Hadi gel, seni de bekliyoruz.”
Çok sürmedi, Murat’ın yerini söylediği Çamaltı’nın önündeydim. Arabayı park ettim, bahçeye girdim…
Yemyeşil büyük ağaçların altında, bağımsız, küçük çardaklardan oluşmuş mütevazı, sıcak, samimi bir kır restoranı Çamaltı…
Çardaklardan birinden Murat seslendi, “Abi buradayız” diye, yürüdüm oraya; masada birkaç arkadaş daha vardı… Merhaba dedim, bana ayrılan yere oturdum ve sohbete başladık.
“Birkaç dakika ancak sürmüş, kiremit tavanın dibini sıyırmaya başlamıştık kalan pide parçalarıyla…”
Neşesi, keyfi, kahkahası bol masamızı ilk önce enfes bir tava şereflendirdi… Sıcacık pidelerimizi daldırdık tavanın suyuna, yağına… Etleri doldurduk yağlı pidenin içine ve kıtlıktan çıkmış gibi birbiri ardına attık lokmaları ağzımıza…
Birkaç dakika ancak sürmüş, kiremit tavanın dibini sıyırmaya başlamıştık kalan pide parçalarıyla…
Birbirimize, “Bi’ tane daha gider valla?..” der gibi baktık ve garsonu çağırdık, yeni bir tava sipariş ettik, “Tavayı beklerken sen bize biraz pirzola yaptır” dedik ve pirzolalar pişerken salatalar ile nefsimizi köreltmeye koyulduk…
Çok geçmedi, önce pirzolalar, ardından ikinci tava ve yancısı sıcak pideler, takviye salatalar, süzmeler geldi…
Biz aynı hız ve iştahla devam!..
Benim için piyango gibi bir öğlen olmuştu.
Yeni bir mekân öğrenmiş, birbirinden lezzetli yemekler tatmış, üstüne üstlük bir de yeni güzel insanlarla tanışmıştım.
Geçen hafta iş yerinde otururken aklıma geldi o gün ve Çamaltı… Murat’ı aradım, “Öğlen gidelim mi?” dedim; “İşim var abi bugün” dedi, “Başka zaman ayarlayıp gidelim.”
Tava, fırından yeni çıkmıştı ve kiremit güvecin içinde hâlâ hareket halindeydi!
Aklıma düşmüştü bir kere… O tava o gün yenecekti!.. Aradım Çamaltı’yı, iki kişilik tava sipariş ettim, “40-50 dakikaya geliyoruz” deyip, telefonu kapadım.
Sefa’ya, “Hadi” dedim, “Gidiyoruz!..”
“Nereye?” dedi Sefa… “Sorma” dedim, “Gel.”
Çamaltı’na gittiğimizde tavamız hazırdı. Önce salatamız, süzme yoğurdumuz, şalgamımız geldi masaya, hemen ardından da üstü mis kokulu sıcacık pideyle örtülü tavamız…
Tava, fırından yeni çıkmıştı ve kiremit güvecin içinde hâlâ hareket halindeydi!
Soğumasını beklemeden yumulduk ve birkaç dakika içinde bitirdik koca tavayı!.. Geleneği bozmadım ve hemen ardına bi’ de pirzola söyledim… Onlar da gitti birkaç dakika içinde…
Garson masayı toplamaya geldi, tatlı sordu… “Tatlı yemeyeceğiz…” dedik…  “Meyve?” dedi… Onu da istemedik.
O enfes etlerin tadı ağzımızda bir süre daha kalsın istiyorduk.
Garson, “Normal olarak şu anda size ‘Çay ister misiniz?’ diye sormam gerekir ama yemeğin hemen ardından içilen çay, etteki demir emilimini engeller ve yemeğin yararlarını azaltır” dedi ve “Ama size güzel bir kahve ikram edebilirim. Kahveniz nasıl olsun?..”
Şaşırdık, birbirimize baktık, güldük ve birer sade kahve istedik, hesabımızı ödeyip kalktık.
Kalkarken, Çamaltı’nın sahibi Ferhat Kabasakal’ın yanına uğradım, ayak üstü lafladık biraz ve teşekkür edip ayrıldım.
O günün üzerinden iki hafta kadar geçti ama… Çok uzun bir süre geçmiş gibi burnumda tütüyor enfes tava!..
Burger King’in reklam sloganındaki gibi…
“Tava beni çağırıyor!”
Tez vakitte gitmeli!..
* Fotoğraf: Mustafa Öncül