Bir adam ve bir kadın

Bir pastanede oturuyorum. Çay-poğaça ikilisi önümde… Midemden gelen gurultuları kesiyorlar sağ olsunlar. Hava soğuk denebilecek kadar serin ve de bulutlu. Tam uyku havası.

Karşı masada da biri oturuyor. Orta yaşlarda bir adam. Sadece çay ve sigara içiyor. Biraz telaşlı. Gözü yolda. Birisini bekliyor sanırım.

Kapıdan bir kadın giriyor içeri… Adamın gözündeki pırıltıyı pastanedeki herkes fark ediyor. Beklenen kadın geldi herhalde. Sigarasından alelacele bir nefes çekip söndürüyor ve ayağa kalkıp kadına doğru yürüyor, yanaklarından öpüyor, kucaklıyor:

“Canımmm… Hoş geldin. Gel… Çay içer misin? Ya da salep?..”

Kadın üzerindeki paltoyu çıkarıp sandalyenin kenarına asıyor, sinirli bir tavırla masaya oturuyor…

“Bana canım deme!.. Sakın bana canım deme!..”

Adam şaşkın!.. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor…

Adam öylece bakıyor kadına doğru. Anlam veremiyor olanlara. Ağzını açıyor… Soracak bir şeyler ama… Cesaret edemiyor. Kadının ne diyeceği belli değil!

Hayırdır inşallah!.. Ben garsonu çağırıp bir çay daha söylüyorum. Çıkarıp bir de sigara yakıyor, seyretmeye başlıyorum… Sadece ben mi? Pastanedeki herkesin bir gözü, bir kulağı o masada!

“Bitanem… N’oldu? Neye sinirlendin?”

“Bir de bilmiyormuş gibi sorma! Biliyorsun neye sinirlendiğimi!”

“Valla bilmiyorum. Nereden bileceğim? Neye sinirlendin?”

“Bu daha kötü! Hem bana canım de hem bi’ tanem de… Hem de salak salak suratıma bakıp, neye sinirlendin diye sor!..”

Adam öylece bakıyor kadına doğru. Anlam veremiyor olanlara. Ağzını açıyor… Soracak bir şeyler ama… Cesaret edemiyor. Kadının ne diyeceği belli değil!

“Neye sinirlendim öyle mi? Neye sinirlendim?!.. Bunu bilmen tabii ki mümkün değil! Benimle ilgilenmiyorsun ki!..”

“Ama canım… Sen söylemezsen ben nasıl bilebilirim ki?”

“Ben söyledikten sonra ne kıymeti var ki?”

Adam hâlâ susuyor. Gerilim hızla yükseliyor. Sanırım yandaki boş sandalyeyi kadının kafasına geçirmeyi planlıyor.

Adam yavaştan yavaştan gerilmeye başlıyor. Parmakları masada tıkırtılı sesler çıkarıyor, gözleri pencerenin dışına kayıyor…

“Susarsın değil mi?!.. İşine gelmeyince uzaklara bak, sus, ses çıkarma. İki kelimeyi bile esirge benden! Konuşma! Aman konuşma!.. Zaten sen konuşunca tüm sinirlerim ayağa kalkıyor!..”

Adam hâlâ susuyor. Gerilim hızla yükseliyor. Sanırım yandaki boş sandalyeyi kadının kafasına geçirmeyi planlıyor.

Adam ayağa kalkıyor, kadına dönüp bağırıyor:

“Bu iş buraya kadar! Yetti be!.. Bıktım, usandım!..”

Sigarasını alıyor, ceketini giyip çıkıyor pastaneden. Kadın arkasından bağırıyor, “Hesabı öde bari!..” diye. Adamın umuru değil. Çıkıp gidiyor.

Kadın bana dönüyor, “Gördünüz değil mi beyefendi?” diyor. “Nasıl saygısız bir adam!.. Biliyor musunuz? Bu adam benim kocam. Ben bu adamla evliyim!..”

Ben kadının suratına boş boş bakıyorum… Kadın devam ediyor:

“Elbisemi kuru temizleyiciye vermiştim. Akşama gerekti. Bir arkadaşımızın düğünü var. Orada giyeceğim. Ama salak temizleyici daha bitirmemiş!.. Düşünebiliyor musunuz, akşam giyebileceğim bir elbise yok!..”

Ben kadına boş boş bakmaya devam ediyorum… O hâlâ anlatıyor:

“Nasıl sinirlendim bir bilseniz… Bir de buraya gelip, onu öyle sakin sakin oturup, sigara içerken görünce cinlerim tepeme çıktı!..”

Garsonu çağırıyor, hesabımı istiyorum. Ödemeyi yapıp, kadınla hiç konuşmadan çıkıyorum. Ben kapıdan çıkarken, kadın başka bir müşteriyle konuşmaya başlıyor:

“Bu adam hep böyledir. Dünya yansa hasırı tütmez!.. Allah bilir şimdi bir parka gidip oturmuş, kuşları, ağaçları seyrediyordur… Rahat adam rahaaaat!..”

* Bu öyküyü 2007 yılında yazmış, Milliyet Blog‘da yayımlamıştım.