70’li yıllardı… Adana’da… Baraj Yolu’nda… Belediye otobüslerinin Cemalpaşa durağında, şimdiki Akbank binasının yukarı doğru iki bina ilerisinde bir plakçı vardı. Kapının önüne dev bir “apörlö” koyar gün boyu gümbür gümbür plak çalardı.
Edip Akbayram’ı ilk kez Cemalpaşa’da otobüs beklerken dinlemiştim. Yaşım 10 ya da 11 olmalı. Belki biraz daha küçük ama kesinlikle daha büyük değil.
Yaşım 60’ı geçti, 70’e doğru yavaş yavaş ilerliyor… Edip Akbayram’ı bugüne kadar hep dinledim. Küçük bir çocukken de gençken de yetişkinken de ve şimdi, 60’lı yaşlardayken de…
Bazen bir müptela gibi, bazen denk geldikçe, bazen de özleyerek, arayarak… Ve hep severek!
Onlarca yeni şarkının, şarkıcının hayatımıza şimşek hızı ile girip çıktığı, binlerce kaynaktan on binlerce öteberinin zihnimize, beynimize, yüreğimize boca edildiği günümüz dünyasında kalıcı olmak kadar zor bir şey yok sanırım! Hele de sevilen, özlenen, her zaman saygı duyulan bir sanatçı olmak neredeyse imkânsız gibi!
Edip Akbayram, bu dünyada birçok insan için imkânsız gibi görünen bu sevgiyi kazanmış, her yaştan, her kesimden milyonlarca insanın gönlüne girmiş bir sanatçıydı.
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz… Aldırma gönül… Hasretinle yandı gönlüm… Gidenlerin türküsü… Mehmet Emmi… Değmen benim gamlı yaslı gönlüme… İnce ince bir kar yağar…
En sevdiklerim bunlardı galiba.
Yıllarca söylenecek, unutulmayacak güzel şarkılar bıraktı ardında.
Bu her yanı yamuk dünyada dosdoğru bir insandı.
“Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” diyor ya Bakî…
O artık bu kubbede hoş bir sadâ… ❤️
.