“Seni sevmeyen ölsün!..”

İki yıl önce, Facebook’ta yazmışım bu yazıyı. Bugün Facebook “Anılar”da tekrar paylaşıp hatırlatmış. Ben de “Facebook’un hızla akıp giden gündemi içinde kaybolmasın” deyip buraya almak istedim.

Timur Selçuk’un vefat haberini alınca, 80’li yıllarda deli gibi Timur Selçuk dinlediğimiz günler geldi aklıma.

Ayrılanlar için… İspanyol meyhanesi… Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın… Ekonomi tıkırında… Beyaz güvercin…

Ve başkaları…

O zamanlardan bir anımı anlatayım:

1986 ya da 87 yılıydı sanırım.

Haftada birkaç gün, iş çıkışında İnci Oteli’ne gidiyoruz akşamları.

Piyanoda Ömür Yalçınkaya (Deli Ömür), kemanda Özcan üstat harikalar yaratıyorlar…

Genellikle şarkı istemiyoruz, ne çalarlarsa dinliyoruz ama kalkmaya yakın Ömür’e göz atıp, “Üstat be,” diyoruz, “Şu bizim Ayrılanlar İçin’i çalar mısınız?..”

Sağ olsunlar kırmıyorlar bizi, Timur Selçuk’un o efsane parçasını büyük bir coşkuyla çalıyorlar…

Yine bir akşam… İşten çıkmaya hazırlanıyorum… Telefonum çalıyor… Açıyorum…

Ahmet Kaymakçıoğlu.

“Akşam,” diyor, “İnci’ye gidek mi?..”

“Tamam,” diyorum, “Ama benim araba yok. Altı buçukta gel al beni.”

Ahmet geliyor, atlıyoruz arabaya… Doooğru Kazancılar’daki Onbaşılar’a!.. Kebabımızı yiyor, şalgamımızı içiyor, iki tiki de muhabbet ediyor, zamanın geçmesini bekliyoruz. Çünkü Ömür ve Özcan, saat 10’da sahne alıyorlar.

Neyse… Lafı uzatmayım…

Onbaşılar’dan sonra arabaya atlayıp İnci Oteli’ne gidiyor, büyük bir heyecanla bara dalıyoruz…

Abo!.. Bar bomboş!..

Ömür yok, Özcan yok, müzik yok!.. Birkaç otel müşterisinden başka hiç kimse yok!..

“Hayırdır,” diyoruz garsona, “Neredeler?..” Geçmiş gün… Ekstraya mı gitmişler ne… Garson bir şeyler söylüyor… Şimdi hatırlamıyorum…

Kös kös çıkıyoruz İnci Oteli’nden…

Ne yapacağız?..

Çıkmışız artık dışarı… Bir yerlere gitmek gerek!

Ahmet, “Bizim evin orada bir bar var,” diyor, “Oraya gidelim.”

Hastaneler Kavşağı’nın orası… Şimdiki Yapı Kredi şubesinin hemen arkasında, sokağın içinde, dükkândan bozma bir yer:

Rio Taverna

Giriyoruz içeri… Hafta arası, salon boş sayılır; birkaç masa anca var… Ortam karanlığa yakın derecede loş… Yanar döner renkli ışıklar… Elektronik piyanoda o zamanın bol çıstaklı taverna müzisyenlerinden biri, “Oooo… Kimler gelmiş… Hoş geldiniz Ahmet Bey…” muhabbetleri ile günün popüler şarkılarını söylüyor… Biz de biraz çerez, biraz meyve ve rakı ile bir köşede dinliyoruz.

Piyanist bir ara bize dönüyor, “Sizin için de bir şeyler çalalım,” diyor, “Var mı bir isteğiniz?..”

Olmaz olur mu?.. Ömür ve Özcan’ı bulamayıp boşa düşünce o gece dinleyip söyleyemediğimiz şarkıyı istiyoruz anında:

“Ayrılanlar İçin”

Piyanist çıstaklar eşliğinde konuşuyor:

“Çok özür dilerim…”

Çıs tak, çıstak, çıstak…

“Ne yazık ki o şarkı repertuvarımızda yok.”

Çıs tak, çıstak, çıstak…

“Ama en az o şarkı kadar güzel bir başka şarkı çalacağım size…”

Çıs tak, çıstak, çıstak…

“Evvveeettt!.. Geliyooorr!…”

Çıs tak, çıstak, çıstak…

“Geliyoooorrrr…”

Çıs tak, çıstak, çıstak…

“Seni sevmeyeeen ölsüüüünnn!..”

Bugünlerin meşhur sözüyle, “Biz şok!..”

Kahkahalarla gülüyoruz, “Seni de,” diyoruz, “Seni de sevmeyen ölsün…”

Hey gidi günler…