Çocukluğumdan beri spora karşı ne bir hevesim, ne de yeteneğim vardır.
Mahallenin çocukları toplanıp, minyatür kale futbol maçı yapacak olsalar, beni eksik tamamlamak için çağırırlardı takıma ya da gönlümü almak için hakem yaparlardı. Gerçi yaşıtlarıma göre uzunca sayılacak boyum sayesinde iyi kafa golleri atardım ama… Hepsi o!
Bu nedenledir ki, sporla olan muhabbetim bir “merhaba”nın ötesine geçmedi hiçbir zaman.
Meğerse spor amma kinciymiş!
Üzerinden yıllar geçse de unutmamış kendisine karşı ilgisizliğimi. “Vay!.. Sen miydin benimle ilgilenmeyen!..” deyip, öç almaya başladı 30’lu yaşları geride bırakmaya başladıktan sonra.
Önce göbeğim büyümeye başladı ufaktan ufaktan, sonra gerdan, ense… Derken, bacak bacak üstüne atamaz oldum rahat rahat. Ve hatta alaturka helada oturmak bile işkence oldu! “Bir gün giyebilme” umuduyla sakladığım yepyeni giysilerim elbise dolabımdan çıktı, yerine yenileri geldi, bir etek dolusu para karşılığı!
Kiloları, zor alınan nefesler izledi. Yıllardır inip çıktığım merdivenler daha dik, daha çok basamaklı gelmeye başladı yavaş yavaş.
Tüm bunlar olurken spor karşıma geçip pis pis sırıtıyor, “Heh heh heh,” diyordu, “Daha duuuur!.. Bunlar daha ne ki!..”
Haklıymış.
Sadece fazla kilolarla kalsam razıydım. Alışmıştım. Hatta kilolarımın bana tatlı bir şirinlik bile verdiğini söyleyebilirdim. (Ya da bu benim züğürt tesellim… Ama yok, birçok insan böyle diyor… Yoksa… Benim gönlümü hoş etmek için mi öyle diyorlar?.. Üzülmeyeyim diye?..)
Kiloları, zor alınan nefesler izledi. Yıllardır inip çıktığım merdivenler daha dik, daha çok basamaklı gelmeye başladı yavaş yavaş. Asansörlerin, yürüyen merdivenlerin çok büyük icatlar olduğunu düşünür oldum; her kullandığımda, mucitlerinin ruhuna bir Fatiha okuyordum artık.
Bu arada kendime çok da haksızlık etmeyeyim! O kadar da hareketsiz bir insan değilim. Her sabah, evimden apartmanın park yerindeki arabama kadar yürüyorum. Sonra, iş yerimin parkına bıraktığım arabamdan da iş yerime… Akşam da bunun tersi.
Sanırım 36’yı bitirip, 37’ye girdiğim doğum günümdeydi. Kayınpederim bir tenis raketi ve içinde dört tane tenis topu bulunan kutuyu bana uzattı, “Artık gerisi sana kalmış” dedi. (50’li yaşların sonlarına yakın olmasına rağmen haftada bir gün halı sahada maç yapan, diğer günlerinin de önemli bölümünü spor salonlarında geçiren kayınpederim için, böyle bir damada sahip olmak ıstırap verici olmalıydı.)
Ne?!.. Tenis virtüözü olunmaz mı?..
Kayınpederimin verdiği hediyeye gözüm gibi bakıyorum. Üzerinde tek çizik bile yok. Gerçi topları torunu Fem kaybetti ama… Raket hala pırıl pırıl duruyor!.. Kayınpederim acaba, hediyesini böyle iyi koruduğum için benimle gurur duyuyor mudur?!..
Neyse…
Belki bu Tenis Dergisi vesile olur da… Raketimi kullanmaya başlarım ufaktan ufaktan.
İster misiniz, 40’ımdan sonra bir tenis virtüözü olayım?
Ne?!.. Tenis virtüözü olunmaz mı?..
Tenis nesi olunur peki?
Amaaan!.. Boş verin!.. Neyse ne!..
Ama… Benim bir an önce spora başlamam gerekiyor sanırım.
Bir spor dergisinde yazı yazmak da, bir tür spora başlamak olarak kabul edilebilir mi acaba?.. ;))
…
* Bu yazı, ATDSK’nın (Adana Tenis Dağ ve Su Sporları Kulübü) Tenis Dergisi’nin Temmuz 2002 sayısında yayımlanmıştır.